3.1. İlkel Ceza Hukuku Dönemi
a) Mezopotamya: Hitit-Sümer-Asur Kanunları[1]:
Ur-Nammu : Akkad yönetiminden
sonra Mezopotamya’da kurulan UR devletinin kralı tarafından konulan kanunlar.
Bu kanun metni bugün İstanbul Eski Şark Müzesi 3191 Envanter Numarası altında
kayıtlıdır. Teolojik,Tarihi ve ahlaki 3 kısımdan oluşur. Teolojik Kısımda;
Tanrılar tarafından Sümer ve Akad şehirlerinin merkezi olarak Ur Şehrinin
seçilmesi anlatılır. Tarihi Kısımda;
Ur-Nammu'nun Sümer ve Akad memleketlerinde hakimiyeti sağlamak için yapmış
olduğu mücadeleler anlatılmaktadır.
Ahlaki Kısımda; Bürokratik suiistimallerden, kralın bu suiistimalleri
ortadan kaldırmasından, ölçüleri ıslah etmesinden, yetim ve yoksulları
korumasından bahsedilmektedir.
Kanun maddelerine gelince;
Cinayete Ölüm cezası verilmekte, Özgürlerin ve kölelerin çocukları evlat
edinmeleri ile ilgili kanunlar, Adam yaralama, İsyan Yalancı şahitlik , Cinsel suçlar, ve tarımlar
ilgili hükümler yer almaktadır.
Eşnunna : MÖ 1930 yıllarında yazılan diğer bir kanun
kitabıdır.
Hammurabi: M. Ö. 1760 yılı civarında Mezopotamya'da
yaratılan, tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı kanunlarından biri. Babil
kralı Hammurabi'nin (M. Ö. 1728-M. Ö. 1686) çeşitli meselelerde verdiği
kararlar, Babil'in koruyucu tanrısı Marduk adına yapılan Esagila Tapınağı'na
dikilen bir taş üzerine Akatça dilinde yazılmıştı. Hammurabi, kendisine bu
kanunları yazdıranın güneş tanrısı Şamaş'ın olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla
kanunlar da tanrı sözü sayılıyordu.
Özet
olarak, İlkel dönem Mezopotamya kanunlarının ortak özelliği teamül hukuku niteliğinde olmalarıdır. Devlet reislerinin belli
ve açık bir din ve devlet anlayışı içerisinde
ve tesiri altında, idareleri altındaki halka, kendileri için, halkın refah ve
saadeti için dâimi gayret içerisinde
olduklarını duyurmak ve bunu gelecek nesillere de böylece intikal ettirmek ihtiyacıyla yazıldığı düşünülmektedir. Bu nedenle eskiden mevcut olan hüküm ve adetler toplumda adaleti sağlamak amacıyla bir
araya getirilerek yazıya geçirilmiştir.
3.2. Erken Roma Hukuku:
12 Levha Kanunları: Günümüz
Avrupa Hukukunun temelini oluşturan en eski kanunlardır. Roma imparatorluğunda
başlangıçta örf ve adet hukukuna göre hareket edilirdi. Fakat soyluların yazılı olmayan bu örf ve
adet hukukunu sürekli suistimal etmeleri sıradan halkı isyana sürüklemiş ve
soylularla (Patrici) halk (Pleb) arasında çıkan bu mücadele sonucu bir
anlaşmaya varılmış ve kanunlar yazılı hale getirilmiştir.
2 yılda hazırlanan
bu kanunlar 12 madeni ya da tahta levha üzerine yazılarak meclisin onaylamasından sonra her kesin
görebileceği yere asılmştır. Bu kanunlar MÖ 307’de Gallerin Romayı istilasına
kadar asılı kalmıştır. Bu levhalarda aile
hukuku, veraset hakkı, dava hakkı, borç ve ceza kanununa dair hükümler vardı. Bunlar Roma Hukuku'nun
hiç değişmeyen esaslarını teşkil ettiler.
Bu çerçevede 12 levha kanunlarından iki amaç güdülmüştür.
1. Asiller
ve sıradan halk arasında uzlaşma ve barışı sağlamak
2. Eski
teamül hukukunu derleyerek yazılı hale getirmek
Codex Euricianus: 12 levha kanunundan
sonra düzenlenen kinci yazılı kanunlar codex Euricianus’tur. Günümüz ispanyasında yer alan Kral Euric
tarafından yine teamül hukukunun düzenlenmesiyle oluşturulmuştur. Genelde bu kanunlar sınıflar arasındaki
ilşkiyi düzenlemek amacıyla oluşturulmuştur.
Lex Salica: Diğer kanunlardan biri de
Lex Salica diye bilinen Salian Franks tarafından düzenlenen kanunlardır. 6.
yy.da Kral I.Clovis zamanında düzenlenen bu kanunlar kraliyetle
ilgili miras ve veraset haklarını düzenlemek için çıkartılmıştır. Tahta en büyük erkek çocuğun, karalın şayet
oğlu yoksa en yakın ve büyük erkek akrabanın geçmesini düzenleyen bu kurallar
Avrupa kanunları için referans olmuştur.
Corpus
Juris civilis: Kutsal roma birçok
farklı kavim ve yerel yönetimden olşmaktaydı.
Bu yönetimler tarafından düzenlenen yerel kanunlar daha sonra Roma
imparatoru Justinian tarafından “Corpus Juris civilis” adı altında
birleştirilmiştir. Bu kanunların önemli
bir ksmını “Canonic” yani kilise
yasalarından oluşmuştur. (Corpus Juris
Canonici ).
Caroline: İlerleyen yıllarda en çok bilinen müşterek
hukuk düzenlemesi 1532 tarihli kısaca Caroline diye bilinen “Constitutio
Criminalis Carolina” dır. Bir alman
ceza hukuku olan bu düzenleme Kutsal Roma İmparatoru V Charles tarafından
onaylanmıştır. Bu yasada Cinayet, hırsızlık, homoseksüalite, büyücülük gibi
suçlar ağır suçlar olarak tanımlanmıştır.
Büyücülerin yakılması ve itirafların alınması için işkence yapılması
gibi eylemler bu kanuna dayandırılmıştır.
Carolina’nın tarihsel
önemi kanonic İtalyan
yasalarının başka bir
adaptasyonudur. Bu yasarın diğer bir niteliği doğrudan suçluya yapılan ithamlar
üzerinden, her hangi bir araştırma yapılmadan davanın yürütülmesidir.
Özet olarak erken Roma hukuku soylular ve sıradan halk arasında haksızlıklara neden olan yazılı olmayan teamül
hukukunun, sınıf mücadelesi sonucunda
yazıya geçirilmesinden oluşmuştur. Erken
dönem roma hukukunda kilise yasaları
ağırlık taşır.
3.3. Müşterek Ceza Hukuku Dönemi[2]
Özellikle Napolyon
döneminden sonra Avrupa’da yapılan hukuk çalışmaları dönemidir. Alman hukukçuların Roma hukukunu çağdaş
gelenekler çerçevesinde yeniden düzenleyerek daha milli bir hukuk düzeni
yaratma arzusu üzerine ortaya çıkmıştır.
Bu doğrultuda Avrupa’da her ülke kendi
örf ve adet hukuku ve devlet örgütü ile
ilgili kuralları oluşturmuş ve ilk planda uygulamıştır. Ancak, bu bölgesel ve ulusal hukuklarda boşluklar olduğunda, bu
boşluklar Roma hukuku kuralları ile doldurulmuştur.
Günümüzde, Almanya, Fransa İtalya, İsviçre gibi ülkelerde yürürlükte olan özel hukuk kurallarının büyük bir kısmı Roma
hukuku temellerine dayanmaktadır.
4. TÜRK CEZA HUKUKU
4.1. İslamiyet Öncesi:
İslamiyet öncesi dönemde Hun, Göktür ve Oğuz geleneklerinin teamül hukuku
olarak uygulandığı görülmektedir. Bunlardan
özellikle Göktürklerin kendilerine özgü bir ceza hukuku bulunduğu bilir. Göktürk ceza hukukunda isyan, cana kast,
insan öldürme, evli kadına tecavüz etme yaptırımı ölüm olan fiillerdi. Hırsızlıkta ise çalınan malın 10 misli
ödetilir. İslamiyet öncesi Türk
hukukunda devlet güçlendikçe kişisel cezaların yerini kamusal cezalar almıştır.
4.2. İslamiyet Sonrası[3]
İslam hukukuna Fıkıh denir.
Kelime anlamı anlamak, kavramak demektir.
Dinin temel kaynaklarından sosyal yaşamı düzenleyen kuralların
çıkartılması çabasına fıkıh denilmektedir. Bu nedenle fıkhı bir ilim haline
getirenlerden biri olan Ebu Hanife fıkıh’ı “kişinin leh ve aleyhindeki şeyleri
bilmesidir” diye tarif etmiştir.
İmam Şafi ise” Dinin ameli hükümlerini muayyen delil
ve kayaklardan alarak
elde edilen bilgidir” diye tarif etmiştir.
Bu durumda İslam hukukunun temel kaynaklarını Kitap, Sünnet, İcma ve
Kıyas oluşturur. Bu temel kaynaklardan
elde edilen bilgilerin yorum farkından ise mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu nedenle İslam mezhepleri Avrupa’da gelişen
hukuk ekolleri gibidir.
İslam fıkhında ceza hukuku Ukubat olarak bilinir.
Bunlar Had’ler, Kefaretler
ve Ta’zir olmak üzere üçe ayrılır.
Karşılığı bulunan ve kesinlik kazanan suçlara verilen cezalar
had cezalarıdır. Bunların taksirle
işlenmesi durumunda kefaret cezası uygulanır.
Had ve kefaret bulunmayan suçlara
ise ilerleyen dönemlerde ta’zir cezası uygulanmaya
başlanmıştır. Bu nedenle ta’zir cezaları tamamen yönetime bağlı olarak
değişebilir. Af (diyet) ve kefaret İslam’ın temel kaynaklarında en
çok tavsiye edilen ceza yöntemlerdir.
İslam hukukunda Taammüden cinayetin cezası idamdır (kısas), taammüden
olmayan cinayetlere kısa uygulanamaz, tazminat (diyet) ödenir. Taksirsiz yapılan hırsızlık suçunun cezası
elin kesilmesi, zinanın cezası ise sopa dayağıdır. Zina suçunun sabit olması için itiraf ya da
şahitlik gerekir.
4.3. Osmanlı’da Ceza Hukuku[4].:
Osmanlıda Tanzimat dönemi öncesi ve sonrası hukuk çalışmaları belirgin
biçimde birbiriden ayrılır. Tanzimat dönemi öncesi şerr’i ve örfi hukuk
ağırlıklı olarak uygulanmış ve hukuki boşluklar kanunnameler ile
düzenlenmiştir. Bu konuda katı kurallar
yerine pratik çözümlerin öncelik taşıdığı görülür. Yani din maslahatı ile
devlet maslahatı çatıştığında her zaman devlet maslahatı önde tutulmuştur. Bu nedenle Osmanlı devletinin yönetimini
teokratik bir devlet olarak nitelemek eksik bir değerlendirmedir. Çünkü gerileme
dönemine kadar Osmanlı sultanları kendilerini dini lider olarak lanse
etmemişlerdir. Osmanlı’da gerileme ve dağılma dönemiyle birlikte din birliği
ortak bir zemin olarak devleti bir arada tutmak amacıyla kullanılmaya
başlanmıştır. Bu nedenle Osmanlı yönetimini teokratik değil de belki teosentrik
olarak nitelemek daha doğru olur.
Tanzimat
devletin toplumsal ve hukuksal düzeninin devlet eliyle yenileştirilmesi
hareketidir. Bu bağlamda 1853 yılında
Fransız Ceza Kanunundan bazı alıntılar yapılarak yürürlüğe konmuş ve farklı
İslam mezheplerinin birleştirilmesine dayanan “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye” ile
İslam hukukunun kodifikasyonuna girişilmiştir. Kırım Savasından sonra, 1858
yılında Fransız Ceza Kanunun tümüyle “Osmanlı diline” çevrilmiş ve Padişah iradesi
ile Devletin ceza kanunu olarak ülkede yürürlüğe konmuştur. Buna paralel olarak, Fransız Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu çok az değişikliklerle Osmanlı diline çevrilmiş, 1879
(1296) tarihli “Usul-ü Muhakemat-ı Cezaiye Kanun-ı Muvakkatı” adıyla yürürlüğü
sağlanmıştır. Ancak, Mecelle çalışmaları hukuki bir kimlik kazanamamış,
dolayısıyla ülkede kaynakları, gerekleri ve sonuçları birbirinden tamamen
farklı “Ser’i hukuk” ve “Ser’i mahkemeler ile “Nizami hukuk” ve “Nizamî
mahkemeler” yürürlük kazanmıştır. 1908
İkinci meşrutiyette de bazı düzenlemeler yapılmak istense de kısa bir süre
sonra Balkan Savası ve arkasından Birinci Dünya Savası başladığından hukuk
reformları yarıda kesilmiştir.
4.4. Çağdaş Türk Ceza Hukuku:
Cumhuriyetin ilk temel ceza kanunun 765 sayılı Türk Ceza Kanunudur. Bu kanun 1889 İtalyan Ceza kanunundan
alınmış fakat çeviri sırasında 1858 Osmanlı Ceza Kanunname-i Hümayunundan bazı
hükümler eklenmesiyle elde edilmiştir. Daha sonra 1930 yılında İtalyan Ceza
Kanunu bütünüyle tercüme edilerek uygulamaya konulmuştur. Daha sonraları 1940, 1958, 1988, 1998e
2004’de TCK tasarıları hazırlanmış en son 1 Haziran 2005 tarihinde 5237 sayılı
TCK yürürlüğe girmiştir.
5. CEZA HUKUKUNUN TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİNİN CEZA SORUMLULUĞUNA ETKİSİ
5.1. Klasik Okul
Klasik düşünceye göre cezanın amacı toplumsal yarar ve mutlak adaletin
sağlanmasıdır.
Beccaria’ya göre suç işlemeyi frenleyecek en iyi çare şiddetli ceza değil
cezadan kaçınılamayacağı kanaatinin yerleşmesidir. Ona göre suçun ispatında
işkenceye yer verilmez, idam cezası ise kaldırılmalıdır. Kanunsuz suç ve ceza olmamalıdır.
Feuerbach ise
toplumsal yarar kuramının savunucusudur ve cezanın nihai amacı yasadaki
cezaların bireyleri korumasıdır.
Cezaların yasalarda bulunması ve infazı kişileri korkutur.
Kant ise mutlak adalet kuramını savunur ve failin ceza görmensin nedenini
kötü fiil işleyenin ceza ve ızdırap ekmesi olarak açıklar. Ceza topluma fayda
sağlayacağı için değil pratik akıl onu buyurduğu için uygulanır.
Klasik düşünce
irade özgürlüğü varsayımına dayanır. Bu
nedenle akıl hastalarının özgür iradesi bulunmadığından cezalandırılması mümkün
değildir. Küçüklerin ise irade özgürlüğü
sınırlı olduğundan cezaları azaltılmalıdır. Klasik okul cezanın iki amacını
esas almaktadır; Genel ve Özel Önleme
5.2. Pozitivist Okul
Pozitivist okul
ahlaki sorumluluğu değil failin sosyal tehlikeliliğini, soyut suç yerine somut
suçluyu ve nihayet ödetici ceza yerine emniyet önlemlerini esas almıştır. Bu nedenle pozitivist düşünceye göre; cezanın
esası toplumsal sorumluluktur, suç işleyen kişi bedensel ya da ruhsal yönden
hasta kişidir, irade özgür değildir, ceza suçluya ödetme amacıyla değil toplumu
koruma amacıyla uygulanmalıdır, suç değil suçlu ele alınmalıdır, eden suç
işlendiği gözlem ve deney le araştırılmalıdır, mükerrer daha ağır değil,
direnme gücü azaldığı için daha az ceza almalıdır.
Pozitivist okul suçluları doğuştan suçlular, akıl
hastası suçlular, itiyadi
suçlular, tesadüfi suçlular ve ihtiras suçlular
olarak sınıflandırılır.
5.3. Üçüncü Okul
Bu okul klasik ve pozitivist düşünceleri bağdaştırmaya çalışır. Sorumluluğu kusurlu özgür iradeye
dayandırmakta, cezalandırmayı öngörmekte; failin sosyal tehlikeliliğini de
savunarak emniyet önlemlernin uygulanmasını kabul etmektedir.
5.4. Toplumsal Savunma Akımı
Bu akımın amacı toplumu savunmak
değil, topluma karşı bireyi korumak ve sosyalleşmesini sağlamaktır. Toplum suçlu birey dışlanarak değil, topluma
yeniden kazandırılarak korunacaktır. Suç toplumsal bir olaydır.
[1] BLGİÇ, Emin, “Eski
Mezopotamya Kavimlerinde Kanun Anlayışı ve An’anesi”, Makale.
[2] CEYLAN, Güneş, “Roma
Hukukunun Günümüz Hukuk Düzenlerine Etkisi”, Gazi Üniv. Hukuk Fakültesi
[3] KARAMAN, Hayrettin, İslam
Hukuk Tarihi, İstanbul: Nesil Yayınları.
[4] HAFIZOĞULLARI, Zeki,
(2008), Türk Ceza Hukuku Ders Notları, Başkent Üniversitesi, Hukuk Fakültesi,
s.190
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder