KİŞİLER HUKUKU
Hukukta hak sahibi olabilen ve
borç altına girebilen varlıklara kişi (şahıs) denir. Hukuk düzenimiz iki tür
kişi kabul etmiştir: Gerçek kişiler ve tüzel kişiler.
I. GERÇEK KİŞİLER (HAKİKİ
ŞAHISLAR)
Gerçek kişiler,
sadece insanlardır. Bitkilerin ve hayvanların kişi olma niteliği yoktur. 1) Kişilik ve Kişiliğin
Başlangıcı:
Kişilik, kişiye bağlı ve hukukça
korunan bedeni, manevi ve hukuki nitelikteki varlıkların tümüdür. Kişilik
çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar. Çocuğun tamamen
doğmuş olması, onun ana rahminden tamamen ayrılarak bağımsız bir varlık
haline gelmiş olmasıdır. Çocuğun sağ doğması ise, ana rahminden
ayrıldıktan sonra bir saniye dahi olsa yaşaması demektir. Yaşama kabiliyetine
sahip olması aranmaz.
Çocuk hak ehliyetini ise sağ doğmak koşuluyla ana rahmine
düştüğü andan itibaren kazanır. Ana rahmine düşmüş olan çocuğa cenin denir.
Mirasçılar arasında cenin varsa mirasın taksimi onun doğumuna kadar ertelenir.
Mirasın açıldığı anda henüz var olmayan bir kimseye art mirasçı ya da art
vasiyet alacaklısı olarak tereke veya tereke malı bırakılabilir.
Doğum olayı kişisel durum sicili ile ispatlanır. Doğum bir ay içinde
nüfus memuruna bildirilir.
2)
Kişiliğin Sona Ermesi
Gerçek kişilik 2 halde sona
erer.
a) Ölüm: Ölüm gerçek kişiliği sona erdiren hukuki bir olaydır. Ölüm, biyolojik
(büyük hayat fonksiyonlarının durması) ve beyinsel ölüm (beyin hücrelerinin
ölümü) olmak üzere iki şekilde ortaya çıkar. Ölüm anının tespiti organ nakli ve
miras bakımından önem taşır. Ölüm ile kişilik sona erer, o kişinin şahsiyet
hakları ve şahsa bağlı hakları ortadan kalkar. Malvarlığı hakları ise bir kül
halinde mirasçılarına geçer. İnsan cesedi eşya sayılmaz.
Bir kişinin ölmüş olduğunun ispatı bundan kendi lehine bir hak sağlayacak
kimseye düşer. Ölüm konusunda ispat kolaylığı bakımından kanunumuz iki karine
kabul etmiştir.
aa) Ölüm
Karinesi: Ölümüne kesin gözle bakılacak bir halde
kaybolan ve cesedi bulunamayan kişi ölmüş sayılır. Bu kimsenin nüfus
kütüğünün ilgili yerine mahallin en büyük mülki amirinin emriyle ölüm kaydı
düşürülebilir. Bu durumda bir mahkeme kararına ihtiyaç yoktur fakat istenirse
karar da alınabilir.Örneğin havada infilak ederek denize düşen bir
uçakta yolculuk etmekte olan ve cesedi de bulunamayan bir kimsenin ölmüş
olduğunu ispat etmek imkansız olacak kadar güçtür.Kanun bu halde ‘’Ölüm
Karinesi’’ ile ilgilileri ispat yükünden kurtarmaktadır.
bb)
Birlikte Ölüm Karinesi: Birden fazla kişiden
hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse hepsi aynı anda ölmüş
sayılır. Bu kişiler birbirlerinin mirasçısı olamazlar.
Ölüm ve birlikte ölüm karineleri
adi karinelerdendir, bunların aksi her türlü delille ispatlanabilir.
b) Gaiplik:
Bir kimsenin gaipliğine iki halde karar
verilebilir:
aa) Ölümüne olası gözle bakılabilecek bir tehlike içinde kaybolan kimsenin,
kaybolmasından itibaren 1 yıl geçtikten sonra ilgililerin talebi üzerine
mahkemece (asliye hukuk mahkemesi) gaipliğine karar verilir.
bb) Kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimse hakkında, son
haber tarihinden itibaren 5 yıl geçtikten sonra ilgililerin talebi
üzerine mahkemece gaipliğine karar verilir.
Mahkeme, gaipliğine karar
verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi
vermeleri için usulüne göre yapılan ilanla çağırır. Bu süre, ilk ilanın
yapıldığı günden başlayarak en az 6 aydır.
Gaiplik kararı, o kişinin ölmüş olduğuna ilişkin bir karine oluşturur.
Gaiplik kararı, verildiği andan itibaren
değil, geriye dönük olarak, gaibin ölümüne olası gözle bakılacak bir durumda
kaybolduğu veya ondan en son haber alındığı tarihten itibaren hükümlerini
doğurur.
Gaiplik kararı ile gaibin evliliği kendiliğinden sona ermez. Gaibin eşi
ya gaiplik davasıyla birlikte veya ayrıca açacağı bir dava ile evliliğin
feshini istemelidir.
Gaibin mirası teminat
karşılığında mirasçılara teslim edilir. Söz konusu teminat; ölümüne olası gözle
bakılacak halde kaybolma için 5 yıl (tereke mallarının tesliminden
itibaren hesaplanır), uzun süreden beri haber alınamama hali için 15 yıl
(son haber tarihinden başlayarak hesaplanır) ve her halde en çok gaibin 100
yaşına varmasına kadar gösterilir. Bu süreler geçtikten sonra miras kesin
olarak kazanılır. Gaip daha sonra ortaya çıkarsa veya üstün hak sahibi
olduklarını ileri sürenler bu sıfatlarını ispat ederlerse, tereke mallarını
teslim almış olanlar, aldıkları malları zilyetlik kuralları uyarınca geri
vermekle yükümlüdürler.
3)KİŞİLİĞİN EHLİYETLERİ
A) Hak
Ehliyeti (Medeni Haklardan Yararlanma Ehliyeti): Hak ve borç sahibi olabilme iktidarıdır. Her insanın hak ehliyeti vardır
(genellik ilkesi). Bütün insanlar hukuk düzeninin sınırları içinde (eşit
şartlarda olanlara eşit işlem) haklara ve borçlara sahip olmakta eşittirler
(eşitlik ilkesi). Yaş, cinsiyet, evlilik, yabancılık, ayırt etme gücüne sahip
olmamak, haysiyet hayat sürme gibi hallerde hak ehliyetinin belirli noktalarda
sınırlandırıldığı görülmektedir.
Hak ehliyeti pasif
bir ehliyettir. Sağ doğmak şartıyla cenin bile hak ehliyetine sahiptir. Tüzel
kişiler ise hak ehliyetini kanunun aradığı şekilde kurulmuş oldukları andan
itibaren kazanırlar.
B) Fiil
Ehliyeti (Medeni Hakları Kullanma Ehliyeti): Bir kişinin
bizzat kendi fiil ve işlemleriyle lehine haklar, aleyhine ise borçlar
oluşturabilme yeteneğidir. Fiil ehliyeti aktif bir ehliyettir. Fiil
ehliyetinin, hukuki işlem yapma ehliyeti, dava ehliyeti ve haksız fiillerden
sorumlu olma ehliyeti olmak üzere üç görünümü vardır. Fiil ehliyetinin iki
olumlu, bir olumsuz şartı vardır.
a) Olumlu
Şartlar
aa) Temyiz
kudretine (ayırtım gücüne) sahip olma: Temyiz kudreti
bulunan kimseye mümeyyiz, bulunmayana ise gayrı mümeyyiz denir.
Temyiz kudreti; bir kişinin fiil ve işlemlerinin sebeplerini, neticelerini,
etkilerini ayırt edebilme ve bunlara uygun olarak hareket edebilme yeteneğidir.
Temyiz kudreti nispi bir kavramdır. Bir kişinin temyiz kudretinin olup olmadığı
her somut olayda ayrıca incelenmelidir.
Kural olarak, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı ve sarhoşluk
veya bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun davranma yeteneğinden yoksun
olmayan herkes temyiz kudretine sahiptir.
bb) Reşit
olmak (ergin olmak): Normal rüşt yaşı 18 yaşın doldurulmasıdır. Fakat
iki halde erken rüşt söz konusudur:
aaa)
Evlenme: Evlenme kişiyi reşit kılar. Normal evlenme yaşı
erkek ve kadında 17 yaşın doldurulmasıdır. Olağanüstü evlenme yaşı ise her iki
cins için de 16 yaşın doldurulmasıdır. Evlenme ile kazanılan rüşt kesindir,
yani, evlenme daha sonra ortadan kalksa bile reşitlik devam eder.
bbb) Kazai
Rüşt (Yargısal Rüşt): 15 yaşını dolduran küçük kendi isteği ve velisinin
rızası ile mahkemece (asliye mahkemesi) reşit kılınabilir. Şayet küçük vesayet
altında ise vesayet dairelerinin izni gerekir. Ayrıca küçüğün menfaatinin de
bulunması gerekir. Yargısal rüşt kararı kesindir, geri alınamaz. Bir kimse reşit olmakla yaşça büyütülmüş
olmaz.Kazai rüştte karar verecek olan mahkeme küçüğün ikametgahı asliye
mahkemesidir.
b) Olumsuz
Şart
aa) Kısıtlı
Olmamak (Mahcur Olmamak): Hacir (kısıtlama); kanunda
belirtilen sebeplerden birinin varlığı durumunda, bir kişinin fiil ehliyetinin
mahkeme kararı ile sınırlandırılması veya kaldırılmasıdır. Kısıtlama sebepleri;
akıl hastalığı ve akıl zayıflığı (başkalarının güvenliğini tehlikeye sokma,
sürekli biçimde bakıma ihtiyacı olma veya işlerini görememe şartlarından
birinin varlığı durumunda), savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde
bağımlılığı, kötü yaşama tarzı ve kötü yönetim (kendisini veya ailesini darlık
veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açma ve bu sebeple sürekli korunmaya ve
bakıma muhtaç olma ya da başkalarının güvenliğini tehdit etme şartlarından
birinin gerçekleşmesi durumunda), bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü
bağlayıcı bir cezaya mahkum olma ve yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya
ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiğini gibi yönetemeyen bir kişinin
istekte bulunması.
Kısıtlanan kişiye (mahcur-kısıtlı) bir vasi tayin edilir. Küçükler kural
olarak velayet altında bulundukları için yalnızca ergin kişiler kısıtlanabilir.
Velisi bulunmayan küçüğe kısıtlanmasına gerek olmaksızın sulh mahkemesince vasi
atanır.
4) FİİL EHLİYETİNE GÖRE GERÇEK KİŞİLERİN
SINIFLANDIRILMASI
A) Tam Ehliyetliler: Bunlar fiil ehliyetinin tüm şartlarına sahip olan kimselerdir. Tam
ehliyetliler fiil ehliyetinin içeriğine giren bütün ehliyetlere (hukuki işlem,
haksız fiillerden sorumlu olma ve dava ehliyeti) sahiptirler.
B) Tam Ehliyetsizler: Temyiz kudretinden yoksun olan kişilerdir. Fiil ehliyetleri hiç yoktur, çünkü bunların iradeleri hukuken
yok sayılır. Tam ehliyetsizlerin hukuki işlem ehliyetleri yoktur. Tam
ehliyetsizler kanuni temsilcilerinin rızası ile dahi hiçbir hukuki işlemi
yapamazlar. Tam ehliyetsiz kimse ile işlem yapan kişi iyi niyetli olsa bile
yapılan işlem yine de kural olarak geçersizdir (batıldır). Fakat ayırt etme
gücü bulunmadan yapılan bir evlilik, butlan kararı verilinceye kadar geçerli
bir evlenmenin sonuçlarını doğurur. Aynı şekilde ayırt etme gücü bulunmadan
yapılan bir ölüme bağlı tasarruf da kendiliğinden hükümsüz olmaz. İptal davası
açılması ve mahkemeden iptal kararı alınması gerekir.
Ayırt
etme gücü bulunmayan bir kimsenin yaptığı hukuki işlemin butlanını ileri sürmek
hakkın kötüye kullanılması niteliği taşıyorsa söz konusu işlem, geçerli imiş
gibi sonuç doğurur.
Hukuk
düzeninin, kişinin, sadece fiilinin dışa akseden sonucuna hüküm bağladığı durumlarda,
tam ehliyetsizin böyle bir davranışı hukuki sonuç doğurur. Örneğin, ayırt etme
gücüne sahip olmayan kimse işleme ve karışma veya birleşme sebepleriyle bir
taşınır mülkiyeti kazanabilir.
Ayırt
etme gücü bulunmayan bir kişi yararına iş yapılması durumunda vekaletsiz iş
görmeden doğan hükümler uygulama alanı bulur. Tam ehliyetsizler sebepsiz
zenginleşmeden dolayı da sorumlu olurlar.
Tam
ehliyetsizler şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarını bizzat kullanamazlar. Kanuni
temsilcileri de bu hakları onlar adına kullanamaz. Öğreti ve uygulamada boşanma
hakkının zina ve pek fena muamele halinde, yasal temsilci tarafından
kullanılabileceği kabul edilmektedir.
Tam ehliyetsizler
haksız fiillerinden dolayı kural olarak sorumlu değillerdir. Fakat kusursuz
sorumluluk hallerinde ve hakkaniyetin gerektirdiği durumlarda temyiz
kudretinden sürekli olarak yoksun olan kişiler sorumlu tutulabilir.
Temyiz
kudretinden geçici olarak yoksun bulunan kimseler ise haksız fiillerinden
dolayı kural olarak sorumludurlar. Fakat bu kişiler temyiz kudretini geçici
olarak kaldıran duruma kendi kusurlarıyla düşmemiş olduklarını ispat ederlerse
sorumluluktan kurtulurlar.
Tam
ehliyetsizlerin dava ehliyeti de yoktur.
C) Sınırlı Ehliyetliler: Kısıtlanmaları için yeterli sebep olmamakla birlikte, korunmaları
bakımından fiil ehliyetlerinin sınırlanması gerekli görülen ergin bir kişiye
aşağıdaki işlerde görüşü alınmak üzere bir kanuni müşavir (yasal danışman)
atanır. Dava açma ve sulh olma,
gayrimenkul alım-satımı ve bunlar üzerinde bir ayni hak kurma, kıymetli evrak
alım-satımı ve rehnedilmesi, ana parayı alma, olağan yönetim sınırları dışında
kalan yapı işleri, ödünç verme ve alma, bağışlama, kambiyo taahhüdü altına
girme ve kefil olma. Yasal danışman kanuni temsilci olmadığı için bu işlemleri tek
başına yapamaz.
Sınırlı
ehliyetli kişi bu işlemleri kanuni müşavirinin iznini almadan yapamaz, yaparsa
tek taraflı bağlamazlık söz konusu olur.
D) Sınırlı Ehliyetsizler:
Mümeyyiz küçükler
ve mümeyyiz kısıtlılardır. Bunlar kendilerini borç altına sokan işlemleri kendi
başlarına yapamazlar. Bu işlemleri onlar adına kural olarak yasal temsilcileri
(veli ve vasi) yapar. Sınırlı ehliyetsizler bu gibi işlemleri yasal
temsilcilerinin rızaları ile yapabilirler. Rıza açık olarak verilebileceği gibi
örtülü olarak da verilebilir. Rızanın verilmesi herhangi bir şekle tabi
değildir. Önceden verilen rızaya izin, sonradan verilen rızaya ise icazet
denir.
Sınırlı ehliyetsiz
kendisini borç altına sokan bir işlemi, temsilcisinin izni olmadan yaparsa bu
işlem tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tabi olur. Söz konusu işlemin sınırlı
ehliyetsizi bağlayabilmesi için temsilcisinin bu işleme icazet (onay) vermesi
gerekir. Yasal temsilci onay vermeyeceğini beyan eder veya tanınan süre içinde
onay vermezse, işlem kesin olarak hükümsüzleşir. Onayın verilip verilmediğinin
belli olmadığı devrede işlem askıda hükümsüz olduğundan onay verilmezse, karşı
taraf da işlem ile bağlı olmaktan kurtulur. Sınırlı ehliyetsiz işlemi yaparken
kendisini tam ehliyetli gibi göstermişse, karşı tarafın menfi zararlarını
(sözleşmeye güvenden doğan zararlarını) tazmine zorunludur.
Sınırlı ehliyetsizler kendilerini borç altına
sokmayan karşılıksız kazandırıcı işlemleri (ivazsız iktisapları) kendi
başlarına yapabilirler. Örneğin sınırlı ehliyetsiz kendi lehine yapılan bir
bağışlamayı kabul edebilir. Fakat BK. m. 236/II gereğince yasal temsilcinin
sınırlı ehliyetsizi kendisine yapılan bağışlamayı kabulden men etmek veya
verilmiş şeyin geri verilmesini emretmek yetkisi vardır. Bu durumda bağışlama
geçersiz olur.
Sınırlı
ehliyetsizler şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarını da bizzat kullanabilirler.
Fakat evlenme, nişanlanma, tanıma, ismin değiştirilmesini isteme durumlarında
yasal temsilcinin de işleme rızası aranmaktadır.
Kendisine
vesayet makamı tarafından bir meslek veya sanatla uğraşmasına açıkça veya
örtülü olarak izin verilen vesayet altındaki kimse; bu sanat ve mesleğin
gerektirdiği her türlü olağan işlemleri yapabilir. Bu hüküm velinin izni ile
bir meslek ve sanatla uğraşanlar hakkında da uygulanır. Velisinin rızası ile
aile dışında yaşayan çocuk, kazancını dilediği gibi harcayabilir. Vesayet
altındaki kimse, kendi tasarrufuna bırakılan malları ve vasinin izniyle
çalışarak kazandığı malları bizzat yönetmek ve kullanmak hakkına sahiptir.
Sınırlı
ehliyetsizler ve onlar adına kanuni temsilcileri kefil olma, vakıf kurma ve
önemli bağışlama işlemlerini yapamazlar. Bunlara yasak işlemler
denir. Yapılmışsa geçersizdir.
Sınırlı
ehliyetsizler temyiz kudretine sahip oldukları için haksız fiillerinden
sorumludurlar. Sınırlı ehliyetsizler kendi başlarına yapabilecekleri hukuki
işlemler ve haksız fiilleriyle ilgili olarak dava ehliyetine de sahiptirler.
5) KİŞİLİĞİN KORUNMASI: Kişinin maddi, manevi ve iktisadi bütünlüğü üzerinde sahip olduğu mutlak
haklara kişilik hakkı denir. Bu haklar kişiye, kişi olması sebebiyle tanınmış,
devredilemez, haczolunamaz ve miras yoluyla geçmez. Hukuk düzenimiz kişiliği hem o kişinin
kendisine karşı hem de dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korumuştur.
A) Kişiliğin dahilen korunması: Hiç kimse hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen
de olsa vazgeçemez. Hiç kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka
veya ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz. Ancak yazılı rıza üzerine organ nakli
borcu altına girmek mümkündür. Fakat nakil borcu altına giren kişiye karşı ifa
davası açılamayacağı gibi maddi-manevi tazminat davası da açılamaz.
B) Kişiliğin haricen korunması: Hukuka aykırı olarak kişilik hakları saldırıya uğrayan kimse hakimden
saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişiliği dışa karşı
koruyan davalar şunlardır:
a) Tespit Davası: Sona
ermesine rağmen etkisi devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespiti için
açılan davadır. Bu davada davacı yani şahsiyet hakları haksız saldırı sonucunda
zedelenmiş olan kimse saldırının haksızlığının tespiti yanında gerekirse ‘’
kararın yayınlanmasını’’ veya ‘’kararın üçüncü kişilere de bildirilmesini ‘’
talep edebilir.
Örnek:Bir kimse
başkaları tarafından kendisi hakkında şurada burada söylenmiş olan bir takım
sözlerin veya basın yoluyla kamuoyuna
yansıtılmış olan bazı iddia ve haberlerin şahsiyet haklarına gerçekleşmiş olan
haksız bir saldırı olduğunu tespit ettirmek üzere ,şayet bu sözler ve haberler
kamuoyunu hala meşgul etmekte .yani bir çok kimse hala bu konuyu konuşmakta ise
tespit davası açılabilecektir.Buna karşılık haberlerin etkisi geçmiş ise tespit
davası açılamaz.
Örnek:Bir Kişi
fotoğrafının bir fotoğrafçının vitrininde asılı olduğunu görürse ve izinde
alınmamış ise ilgili kişi men davası ile resminin oradan kaldırılmasını
sağlayabilir.
b) Men Davası:
Gerçekleşen ve halen de devam etmekte bulunan bir saldırıya son verilmesi için
açılan davadır.
c) Önleme Davası: Halen
mevcut olmamakla birlikte bir takım belirtilerden pek yakın bir zamanda
gerçekleşmesi beklenen haksız saldırı tehlikesine karşı açılan davadır. Davacı bu davalarla birlikte, düzeltmenin veya
kararın üçüncü kişilere bildirilmesi veya yayımlanması isteminde de
bulunabilir.
Yukarıdaki üç
davanın açılabilmesi için saldırının hukuka aykırı olması şarttır. Fakat
saldırganın kusurlu olması şart değildir. Kişilik hakkı saldırıya uğrayan
kimsenin hukuka uygun rızası, üstün nitelikte özel veya kamusal yarar veya
kanunun verdiği yetkinin kullanılması veya meşru müdafaa gibi durumlarda hukuka
aykırılık ortadan kalkar.
d) Tazminat Davası:
aa) Maddi Tazminat Davası: Kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle uğranılan fiili zarar ve
yoksun kalınan kazancın giderilmesi için açılan davadır.
bb) Manevi Tazminat Davası: Hukuka aykırı saldırı dolayısıyla uğranılan acı, elem ve ruhsal
çöküntünün giderilmesi amacına yöneliktir.
Tazminat davasının
açılabilmesi için saldırganın kusurlu olması gerekir.
Manevi
tazminat talebi karşı tarafça kabul edilmedikçe devredilemez, miras bırakan
tarafından ileri sürülmedikçe mirasçılara geçmez.
e) Vekaletsiz İş Görme Davası: Kişilik haklarına saldırıda bulunan kimse bu saldırı sonucunda bir takım
kazançlar elde etmişse, saldırıya uğrayan açacağı bu dava ile elde edilen
kazançların kendisine verilmesini talep edebilir.
6) İKAMETGAH (YERLEŞİM YERİ): Üç tür ikametgah vardır:(buradasın)
a) İradi İkametgah: Sürekli kalma niyetiyle oturulan yer ikametgah olarak kabul edilir.
Sürekli kalma niyeti olmaksızın oturulan yere ise konut denir. Bir öğretim
kurumuna devam etmek için bir yerde bulunma veya eğitim, sağlık, bakım veya
ceza kurumuna konulma, yeni ikametgah edinme sonucunu doğurmaz.
b) İtibari İkametgah: Önceki ikametgahı belli olmayan veya yabancı ülkedeki yerleşim yerini
bıraktığı halde Türkiye’de henüz bir ikametgah edinmemiş olan kimsenin halen
oturduğu yer onun ikametgahı sayılır.
c) Kanuni İkametgah: Kanuni ikametgahı olan kişiler; velayet altındaki küçüklerle, vesayet
altındaki kişilerdir. Küçüklerin ikametgahı ana-babasının ikametgahıdır.
Vesayet altındakilerin ikametgahı ise bağlı oldukları vesayet makamının (sulh
mahkemesinin) bulunduğu yerdir.
İkametgahın Tabi Olduğu İlkeler:
a) İkametgahın gerekliliği ilkesi: Herkesin mutlaka bir ikametgahı olmalıdır. Yeni bir ikametgah
edinilmeden eski ikametgah terk edilemez.
b) İkametgahın tekliği ilkesi; Herkes ancak bir tek ikametgaha sahip olabilir. Fakat bu kural sınai ve
ticari kuruluşlar hakkında uygulanmaz.
7) HISIMLIK
VE ÖNEMİ: Gerçek kişiler arasında kan veya akdi bir bağ
dolayısıyla meydana gelen yakınlık ilişkisidir.
a) Hısımlık Türleri:
aa) Kan Hısımlığı: Kan bağından meydana gelen hısımlıktır. İkiye ayrılır:
aaa) Usul – füru (üst soy alt soy) hısımlığı: Birbirlerinden üreyen kişiler arasındaki hısımlıktır.
bbb)
Civar (Yansoy) hısımlığı: Ortak bir kökten gelenler arasındaki hısımlıktır.
Ör. Kardeşler birbirlerinin civar kan hısımıdırlar.
Kan
hısımlığının derecesi nesillerin sayısı ile belli olur. Yani bir kimse ile onun
kan hısımı
arasında kaç doğum varsa hısımlık derecesi de o kadardır.
bb) Akdi Hısımlık:
Bir akitten doğan hısımlıktır. İkiye ayrılır:
aaa) Sıhri (Kayın)
hısımlık: Eşlerden biri ile diğer eşin kan hısımları aynı tür
ve dereceden kayın hısımları olur. Evlenmeyle doğan bu hısımlık evliliğin
ortadan kalkmasıyla sona ermez.
bbb) Yapay (Suni)
hısımlık: Evlat edinme işleminin tamamlanmasıyla birlikte
evlatlık ile evlat edinen arasında doğan hısımlıktır. Kanun koyucu otuz yaşını
doldurmuş olan kimselere kendilerinden en az on sekiz yaş küçük bir kişiyi
evlat edinme imkanı tanımıştır. Evlat edinme işleminin mahkemece verilen evlat
edinme kararıyla birlikte tamamlandığı anda, evlat edinen ile evlatlık arasında
kanundan dolayı birinci dereceden bir üstsoy-altsoy hısımlığı meydana gelir.
Evlatlık, kendisini evlat edinmiş olanın birinci dereceden altsoyu olur.
b) Hısımlığın
Önemi: Hısımlık önemini özellikle miras hukukunda,
evlenme yasağında ve nafaka yükümünde
gösterir.
aa) Miras
bakımından: Miras bırakanın birinci derece yasal mirasçıları,
onun altsoyudur. İkinci derece mirasçıları, ana ve babası ve onların altsoyudur.
Üçüncü derece mirasçıları ise, büyük ana ve büyük babaları ile onların
altsoyudur.
Evlilik dışında doğmuş ve soy
bağı, tanıma veya hakim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik içi
hısımlar gibi mirasçı olurlar.
Evlatlık ve altsoyu, evlat
edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlatlığın kendi ailesindeki
mirasçılığı da devam eder. Evlat edinen ve hısımları, evlatlığa mirasçı
olmazlar.
bb) Evlenme yasağı
bakımından: Şu hısımlar arasında evlenme yasaktır:
aaa) Üstsoy ile
altsoy arasında; kardeşler arasında; amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri
arasında,
bbb) Kayın
hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile
diğerinin üstsoyu veya altsoyu arasında,
ccc) Evlat edinen
ile evlatlığın veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında.
cc) Nafaka yükümü
bakımından: Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek
olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür (yardım
nafakası). Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına
bağlıdır. Evlat edinen ile evlatlık arasında da karşılıklı nafaka yükümlülüğü
vardır.
8) İSİM VE İSMİN KORUNMASI:
Bir kimsenin ismi üzerindeki
hakkı onun kişilik haklarındandır. Aynı aileye mensup olan kişileri birbirinden
ayırmaya yarayan isme öz ad denir. Çocuğun ismini ana ve babası birlikte
koyarlar. Velayet hakkı kendilerinden alınsa bile isim koyma hakları devam
eder.
Bir kişinin belli bir aileye bağlılığını ifade eden isme de soy isim denir.
Evlilik içinde doğan çocuk, babasının soyadını taşır. Evlilik dışında doğan
çocuk ise anasının soyadını alır. Babasıyla arasında nesep bağı kurulursa,
babasının soyadını alır. Evlenen kadın kanundan ötürü kocasının soyadını
kazanır ancak isterse kendi soyadını da kocasının soyadının önünde kullanabilir.
Evlatlık da evlat edinenin soyadını alır. Ancak, reşit olan evlatlık isterse
kendi ailesinin soyadını kullanabilir.
Bir kişinin gerçek ismini
gizlemek amacıyla faaliyette bulunurken kendisine taktığı isme, müstear ad
veya mahlas denir. Belli bir özelliğinden dolayı bir kimseye başkaları
tarafından takılan isme ise lakap denir.
Adının kullanılması çekişmeli
olan kişi, hakkının tespitini dava edebilir. Adı haksız olarak kullanılan kişi
buna son verilmesini; haksız kullanan kusurlu ise ayrıca maddi zararının
giderilmesini ve uğradığı haksızlığın niteliği gerektiriyorsa manevi tazminat
ödenmesini isteyebilir.
İsmin
değiştirilmesi ancak haklı sebeplere dayanılarak mahkemeden (asliye hukuk)
istenebilir. Sınırlı ehliyetsiz bir kişi yasal temsilcisinin rızası ile bu
talepte bulunabilir. İsim değiştirmekle kişisel durum değişmez. İsmin
değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden itibaren 1 yıl
içinde değiştirme kararının kaldırılması için dava açabilir.
9) KİŞİSEL HAL
SİCİLLERİ: Bir gerçek kişiyi, diğer kişilerden ayıran ve
hukuk düzeninin sonuç bağladığı niteliklere kişisel hal denir. Doğum,
ölüm, evlenme sicili, yer değiştirme kütüğü gibi siciller şahsi hal
sicilleridir. Bu siciller MK. m. 7 anlamında resmi sicildir. Söz konusu siciller
aleni değildir ancak menfaati olanlar inceleyebilir. Mahkeme kararı olmadıkça
kişisel durum sicilinin hiçbir kaydında düzeltme yapılamaz. Kişisel durum
sicilinin tutulmasından doğan zararlar, kusurlu memura rücu edilmek kaydıyla
devletçe tazmin edilir.
10) CİNSİYET
DEĞİŞİKLİĞİ: Cinsiyetini değiştirmek isteyen kimse, şahsen
başvuruda bulunarak mahkemece cinsiyet değişikliğine izin verilmesini
isteyebilir. Ancak, iznin verilebilmesi için, istem sahibinin on sekiz yaşını
doldurmuş bulunması ve evli olmaması; ayrıca transseksüel yapıda olup, cinsiyet
değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden
sürekli biçimde yoksun bulunduğunu bir eğitim ve araştırma hastanesinden
alınacak resmi sağlık kurulu raporuyla belgelemesi şarttır.
Verilen izne bağlı olarak amaç
ve tıbbi yöntemlere uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı
gerçekleştirildiğinin resmi sağlık kurulu raporuyla doğrulanması halinde,
mahkemece nüfus sicilinde gerekli düzeltmenin yapılmasına karar verilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder