Başlangıç olarak
Türk doktrininde tutuklama tanımlarını incelemek gerekirse, tutukluluk; “bir yargıç
kararıyla anayasada ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesi
ile, bir kişinin henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmeden
önce, özgürlüğün kaldırılmasıdır”[1]
şeklinde tanımlanabileceği gibi “zorunlu hallerde hakimin verdiği
karara dayanılarak henüz bir yargı ile hürriyeti kaldırıcı cezaya mahkum
olmadan bir sanığın kişi hürriyetinin kaldırılması, bir diğer
söyleyişle tutuk durumuna sokulmasıdır”[2]
şeklinde de tanımlanabilir. Temyiz makamı olan Yargıtay’a göre ise
tutuklama; “tutuklama, ceza yargılamasının güvenli yürümesini ve amaca erişmesini
sağlamaya yönelik, yargılama hukuku açısından zorunlu hallerde hakimin
verdiği karara dayanan bir önlemdir. Ancak, tutuklama, bir önlem olduğu
kadar kişi özgürlüğünün kısıtlayan bir mahiyet de taşımaktadır”[3]
Doktrin
ve Yargıtay tanımlamaları oldukça benzer olmakla birlikte hassasiyet ile
üzerinde durulması gereken nokta; tutuklamanın ağır bir tedbir olması nedeniyle
istisnai bir metod olarak ve sadece adli kontrol uygulamalarının yeterli
olmadığı durumlarda uygulananabilmesi gerektiğidir. Doktrinde de belirtildiği
gibi “tutuklama son çare (ultima ratio) olarak
uygulanması
A- 1982 Anayasası Uyarınca Tutuklama
Mevcut anayasamız olan 1982
Anayasası’nın “kişi hürriyeti ve güvenliği” başlığını taşıyan 19. maddesi, kişi
özgürlüğü ve bu özgürlüğün gereksiz ihlallerinin önlenmesi hakkında anayasal
güvenceleri içermektedir. Madde, bu güvencenin sağlanabilmesi açısından; kişi
özgürlüğünün en tipik ihlali olabilecek bir durum olan, “tutuklama” uygulaması
hakkında da hükümler içermektedir.
“ Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.”
1982 Anayasası’nın 19. maddesi;
aynı kişi özgürlügünü güvence altına alan İHAS’ın 5. maddesi gibi; herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliğine sahip olduğuna hükmederek başlar (Özgürlük karinesi)
ve aynı şekilde bu özgürlüğün hangi şartlar halinde askıya alınabileceğini
düzenleyerek devam eder. Bu düzenleme şekli de ortaya koymaktadır ki, özgürlük
asıl kural, özgürlüğün ihlal edilmesi ise istisnadır. Anayasaya
uygunluk açısından bu kuralın katı bir şekilde takip edilmesi gerekir.
“Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün
gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim
altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın
yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası,
uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık
yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda
belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne
aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme
yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması;
halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.”
19. madde, İHAS’ın 5. maddesi ile
karşılaştırıldığında oldukça büyük benzerlikler görülecektir. Özellikle de kişi
özgürlüğünün kısıtlanması hallerinin sayıldığı 2. fıkradaki istisnalar
neredeyse aynıdır. Hatta, 19. maddenin özgürlükleri daha koruyucu bir tavır takındığı
kabul edilmelidir. Örneğin, 19. madde; bir akıl hastasının, alkol bağımlısının
ve madde içerisinde sayılan diğer unsurları taşıyan kişilerin ancak toplum
açısından tehlike arzetmesi halinde tutulabileceğini belirtirken, İHAS’ın 5.
maddesi böyle bir sınırlamaya gitmemiş; sadece “usulüne uygun olarak” diyerek
bir sınırlama getirmiştir. Kaldı ki, Anayasamız’ın 19. maddesi; sayılan kişilerin
ancak bir müessesede tedavi, eğitim ve ıslah amacı ile tutulabileceğini açıkça belirtmesine
karsın, İHAS içerisinde böyle bir sınırlama da yoktur.
“Suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin
yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla
tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun
gösterir.”
19. maddenin 3. fıkrası,
tutuklamanın ancak yargıç kararı ile uygulanabilecegini ve tutuklamanın ancak
zorunlu olunması durumunda, kanunla düzenlenen şartlar altında
gerçeklestirilebileceğini hüküm altına almıştır. Anayasal bir düzenleme olan bu
durumun istisnası bulunmamaktadır. Ancak burada belirtilmelidir ki, Anayasamız;
tutuklama yapılabilmesi için, diğer nedenlerin yanında, suçluluk hakkında
kuvvetli “belirti” bulunmasını yeterli görmektedir.
“Yakalanan
veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki
iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü
olarak derhal, toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar
bildirilir.”
19. maddenin 4. fıkrası “bilgilendirilme hakkını” düzenlemektedir.
Uygulamada, basitçe geçilen ve isnat edilen suç hakkında matbu formların
doldurulmasından ibaret olan durum, aslında anayasal bir hakkın uygulamadaki
yansımalarıdır. Bu nedenle, bilgilendirme hakkının uygulamasındaki sorunlar
giderilmeli ve anayasaya uygun hal ve açıklığa getirilmelidir.
“Yakalanan
veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için
gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en
çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten
sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler
olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabilir.”
19. maddenin 5. fıkrası ise 2001 değişikligi
ile, ciddi sekilde kısıtlayıcı bir düzenleme getirmektedir. Türkiye
geçmisindeki kötü hatıraların tekrarının önlenmesi amacı ile 19. madde metninin
içerisine; yargıç önüne çıkarılma için “en kısa”, “derhal” gibi soyut zaman
süreçleri yerine, saat gibi somut zaman süreçleri konmuştur. Bu süreler,
gönderilme, yani yolda geçecek süre hariç, 48 saat ve toplu olarak işlenen
suçlarda 4 gündür. Anayasal bir güvence olarak en uzun sürelerin hüküm altına
alınmış olması olumlu ve kişi özgürlüğüne verilen önemi yansıtan bir
düzenlemedir. Zira tutulanların en çok bu süreler içinde yargıç önüne çıkarılması
zorunlu iken, görevliler, tutulanları daha önce de yargıç önüne çıkarabilirler.
Fıkranın son cümlesi ile fıkranın getirdiği kişi özgürlüğünü koruyucu yanı
zarar görmektedir. Zira bu cümle ile olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş
hallerinde yukarıda sayılan sürelerin uzatılabileceği belirtilmektedir. Buna karşın
bir süre sınırı getirilmemesi, bu gibi durumlarda kişi özgürlüğünün belirsiz süreli
olarak askıya alınmasına yol açabilecektir. Tutulanlar açısından hayati bir hak
olan yargıç önüne çıkarılma hakkının, belirsiz bir süreye bağlanması çok ciddi sorunlara
yol açabilir.
“Kişinin
yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal bildirilir.”
19. maddenin 6. fıkrasındaki
sınırlamalar, 2001 değisikliği ile kaldırılarak, kişinin yakalandığının veya
tutuklandığının yakınlarına derhal bildirileceği hüküm altına alınmıştır.
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
19. maddenin 7. fıkrası, “yargıç
önüne çıkarılma hakkı” ile “makul bir süre içinde yargılanma hakkını” düzenlemektedir.
Ayrıca, serbest bırakılmanın güvenceye bağlanabilmesi kabul edilmis, bu da
hukukumuzda güvence miktarı (kefalet) sisteminin anayasamızda yerini bulmasını
sağlamıştır. Uygulamamızda nadiren rastlanan bu hakkın da anayasaya dayandığı
böylece ortaya çıkmaktadır.
“Her
ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında
karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir.”
19. maddenin 8. fıkrası da
“mahkemeye ulaşma” hakkını koruma altına almaktadır. Böylece tutulan, anayasal
bir hakka dayanarak, tutukluluğunun incelenmesini yargı mercilerinden talep
edebilir.
“Bu
esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat
hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.’
19. maddenin son fıkrası ise,
tutulanların uğradıkları zararların devletçe tazmin edilmesi yükümlülüğünü getirmektedir.
19. madde genel yapısı itibarı ile,
ancak en son çare olarak tutuklamaya başvurulmasını, tutukluluk süresince
tutulanın haklarına saygı gösterilmesini ve bu önlemlere karşın bir zarar oluşursa,
bunun devlet tarafından tazmin edilmesini hüküm altına almaktadır.
B- CMK Uyarınca Tutuklama
Tutuklama; 5271 sayılı CMK’nın 100
ve devam eden maddelerinde ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir. Tutuklamanın ana düzenleme ve şartları konu başlıkları
altında incelenecektir.
1.
Tutuklama
Nedenleri
“ Madde 100 -
(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama
nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı
verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile
ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.”
CMK’nın
100. Maddesi tutuklama nedenlerini düzenlemesi açısından en önemli maddedir.
Maddenin ilk göze çarpan özelliği,
tutuklamanın hem şüpheli hem de
sanıklar hakkında uygulanabileceğidir.
Bu yönüyle tutuklama hem soruşturma
hem de kovuşturma aşamasında
gündeme gelebilen en kuvvetli koruma tedbiridir. Henüz soruşturması devam eden,
suç ve suçlunun ortaya çıkartılması aşaması olarak da tanımlanabilecek bir aşamada,
kişilerin özgürlüğünden tasarruf edilmesi riskli ancak bazı durumlarda oldukça
gerekli bir uygulamadır.
Birinci fıkra, tutuklamanın
uygulama şartlarını düzenlemesi açısından da önemlidir. Zira fıkra, ancak
“kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” ve bir “tutuklama
nedeninin” birlikte bulunması durumunda tutuklama yapılabileceğini
düzenlemektedir. Burada en önemli husus iki unsurun birlikte bulunması zorunluluğu
ve bu iki unsur birlikte bulunsa dahi tutuklamaya başvurmanın zorunlu olmaması
hususudur. Zira, fıkra içerisinde geçen “tutuklama kararı verilebilir” ibaresi
tutuklama konusunda yargıçlara bir serbestlik tanımaktadır. “Zorunlu tutuklama”
müessesinin düzenlenmemiş olması, CMK tarafından ihtiyari tutuklama tipinin
tercih edildiğini ortaya koymaktadır[5]. Ayrıca kanun metninde
belirtilen “ kuvvetli şüphe “ kavramı aranan en üst derecede şüphe anlamına
gelmektedir[6].
Böylece CMK , tutuklama yapabilmek için, şüphe seviyesini oldukça yukarıda
tutmaktadır. Bunun yanında “kuvvetli suç şüphesini
gösterir olgular” denerek, şüphenin
olgularla desteklenmesi gerektigi
zorunluluğu CMK içerisinde
açıkça belirtmiştir. Böylece CMK’nın,
ancak kuvvetli şüpheyi destekleyen
maddi bazı olguların bulunması halinde tutuklamaya izin verdiği
belirtilmelidir.
Maddenin takip eden fıkralarındada
“tutuklama nedenin” varsayılabileceği durumlar örnek vermek şeklinde sayılmıştır.
Zira fıkra içerisinde sayılanlar kısıtlayıcı ve mutlak bir tarzda kesinleştirilmemiş,
“sayılabilir” denerek örneklendirilmiştir.
100. maddenin son fıkrası
kısıtlandırmaya yönelik bir fıkradır. Bu fıkra gereğince; hapis cezasının
sınırı bir yılı geçmeyen suçlar ve sadece adli para cezası gerektiren suçlar
nedeni ile yargılananlar hakkında tutuklama kurumuna başvurulamayacağını
düzenlemektedir. Bu fıkra da, tutuklamanın, özellikle de hafif cezalar içeren
suçlar hakkında uygulanmamasını saglamak açısından önemlidir. Bu fıkra ile
tutuklama gibi ciddi bir tedbirin, getireceği yarardan daha çok zarar getireceği
durumlarda uygulanmasının önüne geçilmek istenmiştir.
Son olarak belirtilmelidir ki,
hukukumuzdaki tutuklama nedenleri CMK 100. madde içerisinde sayılanlarla
sınırlıdır. Kanunda sayılmayan bir nedene dayanarak tutuklama yapılamaz ve
tutuklamanın devamını gerektiren nedenler daha sonra ortadan kalkmışsa
tutuklamaya son verilmelidir.
2- Tutuklama Kararı
CMK’nın 101. maddesi “tutuklama
kararı” başlığını taşımakta ve tutuklama kararının şartlarını düzenlemektedir. 1.
fıkra uyarınca; soruşturma evresinde tutuklama kararı ancak,“Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından” verilir. Cumhuriyet
savcılarının isteminin aranması, soruşturmanın başı konumundaki savcıların,
dosya kapsamında tutuklamaya ihtiyaç duyulup duyulmadığını en iyi bilen kişiler
olduğu düşünülmesi nedeniyledir. Kovuşturma evresinde ise, Cumhuriyet
savcılarının istemi ile olabileceği gibi yargıçlar tarafından re’sen de tutuklamaya
hükmedilebilecektir. Böylece kişi
özgürlüğünün ancak bir yargıç
kararı ile kısıtlanabileceği,
idari ve adli diğer yollarla kişi
özgürlüklerine müdahalede bulunulamayacağı
düzenlenmiş olmaktadır.
CMK’nın 101/2. fıkrası; Cumhuriyet
savcılarının istemleri gibi; “tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu
husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda hukuki ve
fiili nedenlerin” gerekçe içerisinde gösterilmesini emretmektedir.
Tutuklama kararının gerekçeli olması, kişi özgürlüğü ve güvenliği açısından çok
önemlidir. Zira tutuklama gibi tehlikeli bir kurumun hangi gerekçeyle uygulandığının
bilinmesi gerekir. Aksi halde kişi özgürlüklerinin kısıtlanması bireysel
kanaatler ve keyfi uygulamalarla zedelenebilir duruma gelecektir.
CMK’nın 101/2.
fıkrasının sonunda, kararın içeriğinin şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilmesi ve kararın bir örneğinin kendilerine verilmesi düzenlenmiştir. bilgilendirme mükellefiyetinin
mahkemelerimizce yerine getirilmesi ve sanık ile şüphelilerin özgürlükleri hakkındaki işlemleri açıkça anlamalarının sağlanması amaçlanmaktadır. Tutuklamanın
istenmesi durumunda; şüpheli veya sanıkların bir müdafiin yardımından
yararlanması, kendileri açısından bir hak, mahkemelere ise yüklenen bir
sorumluluk olarak CMK’nın 101/3. fıkrasında düzenlenmiştir. CMK’nın 101/4. fıkrasında tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanığın derhal serbest bırakılacağı düzenlenmiştir.
CMK’nın 101. maddesinin son fıkrası,
100. madde gereğince verilen kararlara
itiraz edilebileceğini düzenlemektedir.
Madde metni, özellikle hem Cumhuriyet savcılarının tutuklama istemlerinin hem
de mahkemelerin tutuklama kararlarının gerekçeli olmasını araması açısından
önemlidir. Son fıkrada düzenlenen itirazların etkili olabilmesinin tek yolu da
gerekçe şartının, gerçek anlamı
ile tutukluluk kararlarına girebilmesidir.
3- Tutuklulukta Geçecek Süre
CMK’nın 102. maddesi
“tutuklulukta geçecek süre” başlığını taşımakta ve tutuklu
yargılamalarda en uzun süreleri düzenlemektedir. Madde gereğince; ağır ceza mahkemelerinin görev alanına girmeyen işler için tutukluluk süresi en çok bir yıl olarak kabul
edilmiştir. Ancak zorunlu
hallerde bu sürenin; gerekçesi gösterilmek şartıyla, altı ay daha uzatılabileceği düzenlenmiştir.
102. maddenin
ikinci fıkrası ile de, ağır ceza mahkemelerinin
görev alanına giren işlerde tutukluluk
süresini en çok iki yıl olarak düzenlemektedir. Bir önceki fıkra ile aynı şekilde; gerekçe gösterilmesi şartıyla tutukluluğun toplam üç yılı geçmemek şartıyla uzatılabileceği düzenlenmiştir.
Maddenin son fıkrası, uzatma kararı
verilmeden önce Cumhuriyet savcısı, şüpheli veya sanık ile müdafiinin dinlenilmesinin gerektiğini düzenlemektedir.
Yayınları, 7. Baskı, 1981, _stanbul,
s: 521
[3]
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu’nun 2006/1-4 Esas, 2006/7 Karar Sayılı ve 31.01.2006 tarihli
kararı.
Adalet Yayınevi, 2. Baskı, 2007, Ankara, s:
34.
önemi açısından ise bkz. Kunter, a.g.e., s:
525.
Uygulamalı
Ceza Muhakemesi Kanunu, Seçkin Yayınları, Haziran 2005, s: 323;
Erdener Yurtcan,
Ceza
Avukatının El Kitabı, Vedat Yayıncılık, 7. Bası, _stanbul,
Ekim 2006, s: 80 ve Bahri Öztürk,
Mustafa Ruhan
Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku,
Seçkin Yayınları, 9. Bası, Ankara,
2006, s:512, 513.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder